İnanın artık usandım saçmalıkları dinleyip onları düşünüp, onlarla uğraşmaktan, onun için de bu yazıdan sonra, artık bir süre siyaset ve onun enayilikleri konusunda yazmayacağım, başka konu mu yok?
Yok efendim neden dışişleri bakanı Suriye’ye gidiyormuş... Yahu Suriye bizim komşumuz, pek doğru düzgün olmasalar da, adamlarla yan yana yaşamak durumundayız, onun için de kör dövüşü yerine gidip konuşmakta yarar yok mu?
Sonra şu başörtüsü, türban meselesi.. Geçen akşam Fransız televizyonlarında da aynı saçmalık konu ediliyordu, çünkü İslâm Fransa’nın ikinci dini durumunda..
Şimdi bir devlet dairesi düşünün, Türkiye ya da Fransa gibi lâik bir ülkede.. Bir memurun kellesinde bir Yahudi beresi, diğerinin boynundan nal kadar bir haç sarkıyor, berikinin de başı türbanla örtülmüş, hatta bizde Müslüman çok olduğu için, bir tane de yeşil bereli ya da sarıklı efendi de koyalım şu devlet dairesine, olacak iş mi?
Yüzünü AB’ye döndüğünü konuşan, dünyayı buna inandırmayı deneyen bir ülkede böyle görüntüler olamaz.
Haaa, insanlar sokaklarda istediği gibi dolaşır, bu kültürel bir renktir, özgürlüğün de ta kendisidir. Paris sokaklarında Senegalli kadınların rengârenk giysilerini, Hintlilerin sarilerini izlemeyi kimse hayırlamaz, bu arada inançlarından ötürü türbanla dolaşmak isteyen Müslüman kadına da kimse ses çıkartmaz..
Fransız televizyonundaki programda, türbanlı kadın kızıyor, beni devlet dairesinde çalıştırmayarak ayrımcılık yapıyorsunuz ve özgürlüğümü kısıtlıyorsunuz diyor, oysa toplumsal düzenin hepimize sunduğu genel özgürlüğü kısıtlamayı deneyen o kadından başkası değil. Bireysel özgürlüğün de bedeli var elbette, yani pijama ile devlet dairesinde çalışmak mümkün mü?
Erdoğan’a verdiğim kredi bitti
Ben uykucular derneğinin üyesiyim ve onların anlayışlarını topluma sergileyerek, bu anlayışın kabul edilmesini, taraftar kazanmasını istiyorum, onun için de bundan böyle devlet dairesindeki görevime, okula vb. yerlere pijama ile gideceğim, hatta piyamamın göğüs cebine bir de diş fırçası koyacağım... Olacak iş mi?
Gelelim bir başka konuya, o da yüzde çoğunluklu iktidarın basın ile arasındaki kapışmalara..
Bizim, hali hazırda var olan basınımızın zemzem ile yıkanmamış olduğu bir gerçek. Yani gazetelerde, devleti gizliden gizliye yönetmeye talip pek çok arkadaşımız var. Hepsi belli bir güç peşindeler. Çoğu mesleklerinin aslını, haberciliği unutmuşlar... Ama, şunu da unutmamak gerekir ki, kamunun sesi ile itişmek kimseye yarar getirmez. Türkiye’nin yakın demokrasi tarihi bu konudaki örneklerle dolup taşıyor ve Tan Gazetesi felâketi halâ pek çoklarının belleğinde yaşıyor...
Halktan oy alıp, halka rağmen bir işe girişmeye kalkışmak yanlıştır..
Bu satırlarda, Recep Tayyip Erdoğan efendiye, hayli kredi verdim... Kendi adıma ve seslendirdiğim kamuoyu dilimi adına verdim bu krediyi. Çünkü demokrasiye ve özgürlüklere olan sonsuz inancım bunu gerektiriyordu.. Barıştan yana olmam da bunu gerektiriyordu. Ama, efendinin haberi olsun, kredisi bitti... Bu kredi yalnız benden doğru bitmedi, kamuoyunda da kredisi bitti..
Meclis çoğunluğunu veren oylar, geri de almasını bilir, bunu unutmamakta yarar var...
Daha neşeli ve eğlenceli yazılarda buluşmak üzere...